23 Ağustos 2025 Cumartesi

Rutin dışı:1

Başak yeni ayının ilk dakikaları. Midilli'ye bakan bir sahildeyim. Kızım bugün öğle saatlerinde başladığı garsonluk görevini ciddiyetle sürdürüyor. Dalgalar bile mesaisini bitirdi oysa. Çocuklu aileler çadırlarının, odalarının yolunu tuttu. Rüzgar kesildi. Hava limonata gibi. Müzik sesleri, sohbet sesleri, kahkahalar arkamda. Islak yüzüyle ters yüz ettiğim minderlere verdim sırtımı ve yazmaya başladım. Çünkü sahil ertesi güne hazırlanıyor. Şezlongların yanındaki çöp kovaları boşalıyor. 

Yaz bitiyor. Yaz uzuyor esasında. Havalar ısınıyor ve yaz üzüyor. Bitişi ilan eden okulların açılması. Ne kaldı şunun şurasında. 8 Eylül'de okullar açılıyor. Yazdan kalma gevşeklik bitecek. Günler yavaş yavaş kısalacak. Hırkasız, çorapsız oturamayacağız geceleri. Daha çok evde kalacak, daha düzenli olacağız ve bu bize iyi gelecek. Yeni eğitimler planlayacağız belki kendimize, hedefler koyacak, yapılacaklar listesi hazırlayacağız. Listeler uzun, hedefler büyük olacak. Gerisinde kalacağız büyük ihtimalle. O zaman hatırlayacağız. Hayat büyük hepimizden. 



Hayat büyük sahiden hepimizden. Bilmiyoruz, ön göremiyoruz. Her sabah bir yeni sayfa gibi açılıyor önümüzde hayat. Seçim lerimizle dolduruyoruz, seçimlerimizle tayin ediyoruz yönümüzü. Siyah-beyazcı yanımız, dualiteye meftun yanımız törpüleniyor. Kırılmak yerine esniyoruz. Her yeni ayda hatırlamamız gereken bu belki de. Esnemek, hizalabmak, uyumlanmak çünkü hayat büyük hepimizden. 

Son yıllarda seçim yapma gücünü fark ediyorum. Bu gücün muazzamlığının tadını çıkarıyodum. Başka zaman olsa, geçmiş yıllarda çemkireceğim, savrulup gideceğim, özünü yitireceğim anlarda duygularıma kulak kabartıyorum. Neyin özlemini, yoksunluğunu çektiğimi bulmaya yönetiyorum. İlgimi buna veriyorum. O zaman anafor gibi kapılmıyorum olumsuz düşüncelerimde kayboluyorum, uçurumlardan atlayıp çakılmıyorum, yara bere almıyorum. Bizi bilge yapan geçen yıllar değil, fark ettiklerimiz. Saçlarıma aklar düşmedi henüz. Allahın hikmeti. Okuma gözlüğü burnumun ucunda. Yaşıtlarımın bir bölümü emekli. Sigortaya geç girişimin yarattığı adaletsizlik. Düzelecek mi? Bilmiyorum. Emeklilik yok hayallerimde. Çalışmayı seviyorum. Bir gün o da gelecek, emeklilik günleri. Belki o zaman daha çok yazacağım, daha çok metin üreteceğim. Muhtemelen hoşuma da gidecek ama şu an mesleğimi ipini bırakmaya hazır değilim. Önlüğümü çıkarmak istemiyorum. Daha değil. 

Bedenim, zihnim, hevesim yerli yerinde. Sonra gelecek o günler. Önlüğümü çıkaracağım, muayenehanemin kapısını kapayacağım ve yazarlığı geçireceğim üzerime. 

Hâlâ şezlongta uzanıyorum. Sivrisinekler kamikazeler gibi ayaklarıma, bacaklarıma... Telefonun ekranı parlak, gözlerim kamaşıyor, yıldızlarla arama giriyor. Seçemiyor gözlerim ışıl ışıl parlayan yıldızları... Kayan bir yıldız da görmedim. Kaçıncı yaz bu? Ardında simli bir yol bırakıyor yıldızlar da, salyangozlar gibi. Simli, sümüklü, yapışkan. Avuçlarda kalıyor, eksiliyor. Dilekler hep eksik. Bir şeye, bir kişiye yöneliyor, bilmiyormuşuz gibi. O hayalini kurduğumuz, yıldızlardan, dallara çaput bağlamakla R'dan, fallardan medet umduğumuz o hayaller, dilekler bize ne getirecek, bilmiyoruz. Belki koca bir saadet, belki tam aksi. Esneklik bu işte. Mutluluğu belli bir koşula bağlı olmadan istemek. Bir duyguyu özlemek, o duyguyu aramak, aracı umursamadan. Yeni gelen günün içindeki sonsuz potansiyele güven duyarak günaydın diyebilmek, selam durabilmek dığan güneşe. Zenginlik bu işte. Rutinin içi de dışı da, bu genişlikte, bu anlayışta saklı. 

22 Ağustos 2025 Cuma

Fotoğrafın hikayesi: 7



Assos sahilindeyim. İki meşe palamudu ağacı arasına gerili bir hamakta. Güneş epeyce yükseldi. Dalların arasından bulduğu boşluklardan birer ok gibi vuruyor sıcağı bacaklarıma. Fonda 90'lardan kalma şarkılar. Sevdiklerimden. 

İkişerli, üçerli oturuyor insanlar masalarda. Lakırtılar, kahkahalar karışıyor, yükseliyor sigara dumanlarıyla. Tanrım ne çok sigara içiliyor. Kızım küllükleri boşaltıyor, boşları topluyor. Tatil golü yedi çünkü denize giremiyor. Gönüllülük, güzel şey. Arı gibi çalışıyor, masalar arasında mekik dokuyor. Faydalı olduğunu düşünmek, inanmak insanı meşgul ve mutlu tutuyor. Kızım mutlu ve meşgul. Bir sürü insanla tanıştı şimdiden. Bu müdavimi bol mekânda. Ben tatildeyim. Yüzüyor, hamakta sallanıyor, kitap okuyorum. 

Fatih Erdoğan Sihirli Kalem bitti. 100 İyi Okur projesinin ikinci kitabı. Mıgırdıç Margosyan'ın Biletimiz İstanbul'a Kesildi de bitti. Öyküler ekseriyetle Diyarbakır'da geçiyor. Diyarbakır Ermenilerinin günlük yaşamı, Kürt ve Türk komşular, adetler, deyişler, maniler, camiler, kiliseler, bayramlar ile kültürel dokuyu kayıt altına alan öyküler, bunlar. Beş duyuya hitap ediyor. İçinde yemek tarifi bile var. Diyarbakır'ın eski ismi Amed'in nereden geldiği bir öyküye konu olmuş. Elmalı Balayı, yazarın ağzından yaradılış ve cennetten kovulmayı konu ediniyor. Ve benim için güzelliğiyle öne çıkıyor. 

Dişlerimi sıkıyorum hâlâ. Hiçbir şey işe yaramıyor. Bu satırları yazarken iki çene arasındaki mesafe azalıyor. Dişler birbirine sokuluyor. Yanaştıkça zonk zonk zonkluyor. Aralayıp dilimi sokuyorum. Bile isteye ısırmaycağımdan. Ama aralanma yetmiyor ağrımı dindirmeye. 

Plajda bir yoga hocasıyla konuştum dün. Yüz yogası dersi veriyor, çevrimiçi. Eylülde başlayacak. Öğrencilerinin diş sıkmasının geçtiğini söylüyor. Süreklilik güzel şey. Denize düşen yılana sarılıyorsa ben niye yogaya sarılmayayım. Tekrar şart. Aklıma gelen bazı hareketleri yapıyorum tam bu anda. Yazarken. Dişlerim ayrı düşmekten memnun. Rastgele diziyorum kelimeleri. Hesap kitap yapmadan. Maviye uzanan yeşiller huzur veriyor. Ve cırcır böceği sesleri. Tanıdıklara da rastlıyorum. Arkadaşlarına rastlayabileceğim bir yerde tatil yapmak güzel şey. Laflıyoruz. Yalnızlık bir süreliğine azalıyor. Güzel bir denge. Hem kendimle hem diğerleriyle... 

Günlerim denize girmek, ağaç altında yatmak ve uyuklamakla geçiyor. Ki bu güzel bir şey. 

18 Ağustos 2025 Pazartesi

Yaz biterken

Can sıkıcı günlerin içinden geçiyoruz. Günlerdir alev alev yanıyor, Çanakkale'nin farklı noktaları. Helikopter sesleri, yükselen dumanlar, alev alev yanan tepeler... Bir hafta geçti Güzelyalı yangının üzerinden. Gitmedim. Bakmak, görmek istemedim. Çarşamba sabahı tatile giderken geçeceğim kararmış sırtların yanından.

Çanakkale bir kez daha kül ve gözyaşı altında... Suyun, rüzgarın kenti adını vermişti İbrahim Dizman, şehirle ilgili hazırladığı derlemeye. Eksik kalmış. Kan, kül ve gözyaşı da var. 

Her kafadan bir ses çıkıyor. İnternet tam bir bilgi kirliliği böyle zamanlarda. Çam ağaçlarının doğal bitki örtüsü olmadığını söyleyenler var, kozalakların alevden bir bomba gibi patladığını, oradan oraya atladığını, yangının sıçramasına yol açtığını söyleyenler... Meyve ağaçlarını, yabani zeytin ağaçlarını önerenler var. Bir de kızıl çamcılar. Kızıl çamların yangına uygun şekilde evrimleştiği, çatlamak, patlamak şöyle dursun, yüksek ısı karşısında sımsıkı kapandığını, toprak dinlenip, kendini hazır ettiğinde ise filizlenmek üzere çatladığını... Doğrusunu uzmanlar bilir, elbette. Ama bu yangınların doğal olmadığına inanırken, o alanların imara açılmasından, maden ruhsatları verilmesinden çekinirken nasıl inanacağız? Ya da kime inanacağız? 

Arkadaşımın yeğeni oynarken oyuncak helikopterinin altına kova istemiş. Günlerdir denizden su dolduran helikopterleri gördüğünden olsa gerek. Bizim yüreğimize kim dökecek kovalarca suyu? İçimizdeki sıkıntıyı ne dindirecek? 

Yıllar sonra Gilmore Girls izlemeye başladık. Küçük bir kasabada, sevdiklerinle sarıp sarmalanmanın, ihtiyaçlarını gidermek için yardıma koşanların çok olmasının tatlı bir yanı var. Bir yanda bir genç kızın büyüme hikâyesi, bir yanda onu çok küçük yaşta tek başına büyüten bir kadının çevresindekilerle, özellikle de kadınlarla desteklenmesinin hikâyesi. Komik, sıcak, sevgi dolu. Tatile gitmeden tablete bolca indirmeli. Dozunda izlemek bize göre değil çünkü. 

Çarşambadan itibaren tatildeyiz. Biraz mola iyi gelecek. Denize girip çıkmak, yemeğin önüme gelmesi, gün içinde şekerleme yapmak, kitap okumak, hamakta sallanmak, kumsalda yürüyüş yapmak, şanslıysam sevdiklerime rastlamak, şanslıysam seveceklerimle tanışmak... 

Yaz bitiyor. Ağustosun yarısı yaz, yarısı güz, derler. Gurbetçiler de dönüyor bir bir. Bu akşam arkadaşlarımıza bu sezonluk veda etmek için bizde toplanacağız yemeğin ardından. Vizem bitmeden belki denk gelir ben onları ziyaret ederim. Belli mi olur. Yaşamak, hayal kurma sanatı değil mi, biraz da?





14 Ağustos 2025 Perşembe

Yas

Bugün yaslarımı anlatmak istiyorum biraz. Dile getirmek, paylaşmak, görünür kılmak, anıları canlandırmak iyi gelir diye düşündüğümden. 

Okulumla başlayayım. 

Beş yıllık ilköğretimden sonra sınavla girilen, bir yıl hazırlık sınıfı okunulan dönemde Çanakkale Anadolu Lisesi'ne girdim. Tam 38 yıl önce. Şehrin göbeğinde, ilçelerden gelen erkek öğrenciler için yatılı pansiyonu da olan bir bina. Şahane arkadaşlıkların geliştiği kendimi bütünüyle ait hissettiğim ilk ve belki de son yer. O yaşlarda başlayan arkadaşlıkların farklı bir yanı var, bilirsiniz. Çocukken tanışmak, ergenliği birlikte aşmak, birlikte büyümek, kendini tanıma yollarında yan yana durmak, Çanakkale gibi şahane bir şehirde güven içinde, neşeyle yaşamak... Yeni Türkü'nün şarkısındaki "Biz büyüdük ve kirlendi dünya". Dünya hep kirliydi ama belki de biz kordonun ötesini pek de göremiyorduk. Heterojen bir kentin iyi niyetli, çalışkan, geleceği parlak gençleriydik. Sahiden arkadaşlarım arasında yurt dışına giden, yerleşen, iyi pozisyonlara yükselen çok kişi oldu. Hepsiyle de gurur duyuyorum. Biz mezun olduktan sonra Milli Piyango İdaresi yeni bir okul binası yaptırdı. Ve okulumuz Çanakkale Milli Piyango Anadolu Lisesi adıyla şehrin tepelerinden birine yerleşti. O kordona, çarşıya beş dakika mesafedeki okul binası ise Çanakkale Fen Lisesi oldu. (Birkaç yıl önce meydan yenilenirken pansiyon binası yıkıldı ama mevzumuz bu değil.) 2011 Van Depremi'nde yaşamını yitiren 2000 mezunu Vahit Tuna isimli bir öğretmenin adı verildi sonra okuluma. LGS çıkınca da pansiyon binası olmadığı için nitelikli okul kapsamından çıkartıldı. Orta okul başarı puanına göre girilen, ismi iyi anılmayan bir okula döndü. Yetmedi, tüm liselerin isminin sonuna Anadolu Lisesi geldi. Ve bizim okul MEB'in garabetlikleri içinde kaybolup gitti, eski Çanakkale Lisesi, Çanakkale Anadolu Lisesi oluverince ismi de kalmadı. Sahi nereden mezunuz biz? Devamımızdaki okul hangisi? Bunları bilmemenin yası içindeyim. 

Yeri gelmişken bizim kültürde ölen insanların isimlerini yaşatmaya dair bir özen var. Okulların mezunların anısını yaşatma çabası benim için çok anlamlı, saygıdeğer. Ancak ben okulların isimlerinin, yerlerinin değişmesinden yana değilim. Okulun içine kurulacak nitelikli bir kütüphane, bir laboratuvara verilemez mi bu isim? Ya da bir eğitim bursuna? Çanakkale'de belediyeye ait bir Sağlıklı Yaşam Merkezi var. İsmi Şehit Kıvanç Kaşıkçı şimdi. Bazen ölümün getirdiği duygusallıkla yüzeysel olarak anıyoruz gibi geliyor. Bir merkezin ismini değiştiriyoruz, hop geçiyoruz. Depremlerde, yangınlarda, sellerde, terör saldırılarında ölen insanların yası içindeyim. Elini vicdanına koymayan insanların yaptıklarının ve yapmadıklarının cana malolmasının yası içindeyim. 

Son günlerde canım şehrimde peş peşe yaşanan orman yangınlarının yol açtığı tahribatın yası içindeyim. Binlerce futbol sahası büyüklüğünde ormanlık alan kaşla göz arasında yandı bitti kül oldu. Yuvasını bulamayan leylekler yol aydınlatma direklerinin tepesinde. Denizden döndüğüm her defasında gördüğüm yol tabelası is içinde. Evler kül ve gözyaşı altında. Tanıdığım insanların evlerine, arabalarına kadar dayandı. Kiminin evi yandı, canını zor kurtardı. Yangın müdahale merkezinin dibinde başlayan yangının çığırından çıkmasının, ağaçların, yuva olduğu cümle mahlukatın ölümünün yası içindeyim. 

Sınırlarımı bilmediğim, çizemediğim, ihtiyaçlarımı fark edemediğim, duygularımı yönetemediğim, tepkisel davranışlarla ilişkilerimin bozulduğu zamanların yası var içimde. Toplumsal normlarla belirlediğim kalıpların dışına çıkan insanlara şans vermeyişimin yası var içimde. 

Sosyal medyada geçirdiğim anlamsız saatlerin yası var içimde. O, geri döndürülemez dakikaları arkadaşlıkla, hareket ederek, sevgiyle bağlanarak geçirememenin yası var içimde. 

Üşendiğim için gitmediğim buluşmaların, çıkmadığım yolların yası var içimde. 

Bu yazı "yes yazı" ilan ettim. İl sınırları içinde tüm tekliflere evet diyorum. Tabi kendimi gözeterek, sınırlarımı, önceliklerimi bilerek, zaman, yer belirleme konusunda diyaloğu sürdürerek "Evet," diyor buluşmayı gerçekleştiriyorum. Hayrını, bereketini görürüm inşallah. 


12 Ağustos 2025 Salı

Fotoğrafın hikâyesi: 6



Çanakkale yalnızca sırtını dayamıyor çam ormanlarına. Şehrin içine de giriyor ormanlık alan, yazlıkların arasına sokuluyor, okul bahçelerinde öğrencilere gölge, oyun ve piknik alanı oluyor. Güzelyalı yandı, bitti, kül oldu. Fotoğraflara, videolara yürek dayanmıyor. Çok üzgün, kızgın ve çaresiz hissediyorum. Her felaketten sonra kurumlara olan güvenimiz azalıyor. Şartlar bizi bireysel çareler aramaya itiyor. Birey olarak hiçiz. Ancak bir araya gelince anlamlı ve güçlü eylemlerimiz. Örgütlülük ve aidiyet bizi çaresizlikten bir nebze kurtarıyor. Nereye koşacağımızı, kimlerle hareket edeceğimizi biliyoruz en azından. Dün kızımla ve arkadaşlarımla ÇOMÜ Butik'e gittik. Pırıl pırıl gençler arı gibi çalıştı. Bir çırpıda boşalttılar taşıdığımız suları. Başka da bir işe yarayamadık zaten. Arka planda lojistik destek. Hepsi bu. Evde eli kolu bağlı oturmaktan iyi geldi yine de. Geçmiş olsun Çanakkale. 

Not: Fotoğraf kızımın mezun olduğu ve yangının epeyce yaklaştığı okul bahçesinden. 

6 Ağustos 2025 Çarşamba

Merhaba Ağustos

Mart ayında Mindmills bloğunun başlattığı Leylakdalı bloğunun davetiyle dahil olduğum Bir Günlükleri'ni yazmaya başlayana kadar, her ay bloğa sekiz ileti giriyordum. Bazen zorlanarak, bazen kolaylıkla, bazen de susarak. Çünkü her şey gibi yazma ihtiyacının, hevesinin de bir ritmi var. Kimi zaman suskun kalmak istiyor, kimi zaman yazarak düşünmek, hizalanmak... Kimi zaman yas tutmak için yazmak istiyor insan. 

Şiddetsiz iletişimle tanıştığımda beni en şaşırtan kavram "yas" oldu galiba. Buradaki yas, yalnızca ölümle kaybettiklerin anlamına gelmiyordu zira. Vazgeçtiğin, ertelediğin ihtiyaçların, özlemlerin, kayıpların, kavuşamadıkların, hepsi birer yas. O eğitimde genç bir kadın, benimle birebir temas kurduğunda, eğitimin sonlarına doğru, beni gördüğünde "Abla Seyit Onbaşı'ya bağlamış" diye düşündüğünü söylemişti. "Ah!" dedim. "Çanakkale'deyim ben. Ve bu doğru." Tutulmamış onca yas, sırtımda koca bir gülle gibi. 

Hepimizin içinde bir Seyit Onbaşı en azından potansiyel olarak duruyor bence. Yaklaşan tehlike karşısında mücadele dışında bir seçenek yoksa, hayatta kalmak için neler yapmıyoruz ki. Mücadele kesintisiz sürdüğünde, gevşemeye zaman bulamadığında hep sırtında o koca mermi duruyor. Onun ağırlığı altında hareket ediyorsun, eziliyorsun, yere bırakmayı aklına dahi getiremiyorsun. Uzun yıllar böyle geçti. Buna isyanlar da eşlik etti haliyle. "Bu şöyle olmamalıydı, bu böyle olmamalıydı" vs. vs. Yaş ilerledikçe, yaşam bilgisi arttıkça, inatlaşmaların, ayak diremelerin bir çeşit tutunmak olduğunu idrak edince ben de değişmeye başladım. Bana umduğumu vermeyen bir stratejiye sıkı sıkı tutunmak yerine İhtiyacımı fark etmeye çalışıyorum. 

                                                                                   ***

Geçen hafta pazartesi ve cumartesi akşamı, Anadolu Lisesi'nden arkadaşlarımla yemekte buluştuk. Hazırlıktan bu yana 38 yıl geçmiş. Hayat hepimizi bir yerlere savurdu. Bazılarıyla hiç kopmadık. Bazılarını ise uzun yıllardır hiç görmemiştim. Bir masanın etrafında toplanmak, yemek yemek, sohbet etmek keyifliydi. O iyimser duygularla İnstagram'da bir fotoğraf paylaştım ve altına "Arkadaşlığı sürdürmek, bir seçimdir. Emek, zaman, özen ve kararlılık gerektirir. İyi ki toplanabildik. 38. yıl. Dile kolay, " yazdım. Hemen bir çırpıda. Çünkü bunlar benim üzerine düşündüğüm konular. Hayatımızı seçimlerimiz belirliyor, sözcüklerimiz ve onlardan daha güçlü sesle konuşan davranışlarımız. Yetişkin olmak bunun olağan sonuçlarına katlanmak benim gözümde ve yaşamayı umduğun bir hayatı inşa etmek için emek vermek, kendine iyi yol arkadaşları seçmek aynı zamanda. Zihnim bu meseleleri kerelerce ele alınca yukarıdaki cümleleri zahmetsizce yazdım. Gruptan birinde çok karşılık bulmuş olmalı ki, bana özelden övgü dizip sonra aynı kelimeleri aynı sırayla kullanarak ardına bir iki cümle daha ekleyip paylaştı. Görünce şaşırdım. Kelimelerin, her birinin telifi yok elbette ama kendini ifade etmenin özgünlüğü de var. Akademi dünyasında ünvan olarak en yukarıya çıkmış birinden bu özeni beklerdim, doğrusu. Şaşırdım. 

                                                                         ***

Bu ara günler hareketli, gezmeli tozmalı, yemeli içmeli, buluşmalı... Yaz işte, bir araya gelmelerin zamanı. İyi geliyor, yüreğimde bir burgu varken özellikle de. Benim küçük üzüntümün, hayal kırıklığımın yedisi çıktı. Ön dördü, kırkı ... neresiyse artık sonu, bitecek. "One Day" dizisini izledim üçüncüye. İlki kadar ağlatmadı. Ama hâlâ dokunaklı. 

                                                                        ***

Bu sene Troia festivali için hevesliydim. Geçen yaz Bulutsuzluk Özlemi, Kurtalan Ekspres gibi şahane seçenekler vardı. Bu yaz kim bilir kimler gelecek diye düşünürken programı gördüm. İlgimi çeken tek isim yok. Sağlık olsun. 

                                                                        



30 Temmuz 2025 Çarşamba

Bağ kurmak ve seçim yapmak üzerine

Bu yaz, sabahları erken kalkmak ve işe gitmeden önce denize girmek gibi bir niyetim var. Ağustosla beraber başlarım belki. Bayağı sabah 8'de gitmek, yarım saat suda kalmak, eve dönmek, duş almak ve işe gitmek istiyorum. Şahane plan. Önümde engel yok. Ağustos ayı boyunca her gün, güne yüzerek başlamak... Bakalım gerçekleştirebilecek miyim? Ve en önemlisi sürdürebilecek miyim?

İki, üç gündür, ay incecik, zarif haliyle salınıyor gökyüzünde. Hayal kurmanın, planlar yapmanın tam zamanı işte. 
                                                                                 *
Havalar sıcak, yaz mevsimi. Çalışma temposu düşüyor haliyle. Benimle ilgisi yok. Hasta sayısı azaldığından. Çalışmak ve tempo insanı meşgul tutuyor. O yoğunluğa alışınca, sudan çıkmış balığa dönüyor insan. Düşünmek için daha çok zamanım var. Düşünüyorum öyleyse kaygılanabilirim. 

Kaygıdan kurtulmanın yollarından birisi, bağ kurmak benim için. Örümcek adam misali ağlar atmak istiyorum arkadaşlarıma. Kısa ya da uzun telefon konuşmaları, mesajlaşmalar... Günü kurtarıyor. Sabır ve şefkat kapasitemi arttırıyor. Zor geçen bir günün ardından, kaynaklarım tükendiğinde de eve sabırlı, şefkatli dönmek istiyorum çünkü. O yüzden elimin altında pek çok insan var. Laf attığım, aradığım... Kimiyle dertleşiyorum, kimiyle havadan sudan konuşuyorum, kiminden bir şeyler öğreniyorum. İnsani bağlar ve de hayati... Dönüp dolaşıp bloğa yazmak da bu iyi olma halini koruma stratejilerinden birisi belki. Çünkü yazmak insanın hem kendisiyle hem de diğeriyle bağ kurmasını sağlayan şahane bir araç. 
                                                
                                                                              *
Annemin yaşadığı sağlık sorunları ve yaz mevsimi karşısındaki şikâyetleri üzerine düşündüm. Sanırım ben, bu durumlara tahammül edilmesi gerektiğine inananlardanım. Durumun kendisiyle didişmek, derhal bir çözüm bulunmasını ummak yerine bunun geçiciliğine odaklanmaya çalışıyorum ve Cem Şen'i hatırlıyorum. İyi olmak bir kararlılıktır, deyişini. Şiddetsiz iletişimden öğrendiklerimi anımsıyorum sonra. İyi olma halime hizmet edecek başka başka stratejiler yaratmaya çalışıyorum. Sağlıklı olmak, afiyette olmak elbette çok önemli. Oradaki aksaklıklar hayat kalitemizi bozuyor ama bunun geçeceğini (eğer geçecekse) hatırda tutmak ve "bedenim ağrıyor ama ben iyiyim" diyebilmenin bir seçim olduğunu hatırlamak bana iyi geliyor. Seçim yapma gücümüz ve özgürlüğümüz olduğu sürece her şey bir şekilde hallolur diye düşünüyor; bu yazıyla size de bir ağ atıyorum. Bir köprü kurmak istersen aramızda sen de bana yazabilirsin.